Eğitim öğretim de yaşanan sorunları konuşmak mı yoksa bu sorunlara çözüm bulmak mı? Bu yazımı akademik anlamda tartıştığımız, ders, seminer veya konferans platformlarında dile getirdiğimiz bazı görüşlerimize ayıracağım. Öncelikle ifade etmeliyim ki eğitim ve öğretimde dikkat çeken cevap bekleyen sorulardan birisi de beklenti anlamında akademik başarısı yüksek bireyler yetiştirmek mi önemli yoksa sosyalleşerek farklılıklara saygı gösterebilen, özgüveni yüksek, kendini gerçekleştirme hedefleri olan hayatıyla barışık bir bireyin mi yetiştirilmesi önemli sorusunun cevabı... Bu soruyu sorduğumuzda genellikle ikinci kısımda bahsedilen bireylerin yetiştirilmesinin önemli olduğunu mırıldandığınızı duyar gibiyim. Bu noktada biraz daha gerçekçi konuşmakta fayda var. Evet bence de ikinci anlamda ifade edilen bireylerin yetiştirilmesinin daha önemli... Ancak uygulamalara bakıldığında bireylerin akademik başarısının yüksek olması içsel olarak ailelerde çok daha önemli...çünkü çocuklarını bekleyen sınavlar var. Hatta ailelerin çoğunda çocuklarının akademik başarısının yüksek olmasını önemsedikleri diğer taraftan kazanması gereken duyusal ve psikomotor becerileri akademik başarıya göre daha hafife aldıkları düşüncesine ne demeli? Daha açık bir ifadeyle karnenin sol tarafı sağ tarafından daha önemli gibi. Aslında burada önemli nokta karnenin sol tarafıyla sağ tarafının eşitlenebilmesi değil mi? Elbette burada söylediğimiz ifadeler bütün aileler için genellenemez. Ancak gözlemlediğim kadarıyla söylemiş olduklarımı destekler nitelikte özel okulların çoğunda çocukların her aşamada karşısına çıkan sınavlarda akademik başarılarını yükseltmek amacıyla programlarına duyuşsal ve psikomotor becerilere yönelik derslerden çok akademik başarıyı yükseltecek seçmeli derslere ağırlık verdikleri görülmektedir. Yeri gelmişken burada dikkati çeken bir olguya daha değinmek istiyorum. Ruh sağlığı yerinde sağlıklı bireyler yetiştirebilmek ve bunun yanında özgüveni yüksek, kendiyle barışık bireyler yetiştirmek temele alındığında eğitim öğretim faaliyetlerinde sorumluluk alacak kişilerin kim olduğu noktasında bir belirsizliğin olduğunu söylemekte mümkündür. Kimi uzmanlar sorumluluğu öğrenciye kimileri öğretmene kimileri eğitim yöneticilerine kimileri eğitim programlarına bazıları da bu sorumluluğu sosyal çevreye yüklemektedirler. Oysaki asıl olan okul, sosyal çevre ve birey üçgeninde optimum seviyede dengenin sağlanabilmesidir. Çoğu kez bu sorumluluk öğretmenlere daha çok yüklenmektedir. Ancak burada ifade etmek gerekir ki öğretmenin nitelikli bir şekilde istenen hedefleri öğrencilere kazandırabilmesi için muhatap aldığı öğrencinin de öğretmenin anlattıklarını anlayabilecek kapasitede olması ve hazırbulunuşluğunun yüksek olması gerekliliği. Bu gibi değişkenlere ilaveten sosyal çevrenin de hem birey hem de ailenin vermiş olduğu değerleri ve olguları destekler nitelikte organize edilmesi şarttır. İşte tamda burada bu sorumluluğu kimin alacağı veya bu sorumluluğu kimin alması gerektiği noktasında belirsizlik yaşanmaktadır. Üniversiteyi kazanmış öğrencinin nitelikli yetiştirilememesi sorunu çoğu zaman lise öğretmenlerine gidildiğinde asıl sorunun ortaokul öğretmenlerine, ortaokul öğretmenleri dinlendiğinde ise asıl sorunun ilkokul öğretmenlerine referans edildiğini söylemek mümkündür. İşin tuhaf yönü ilkokul öğretmenini dinlediğimizde sorunun aileden kaynaklandığını son olarak da aileyi dinlediğimizde bahsi geçen çocuğun doğmasının hata olduğuna kadar sorunun kaynağına ulaşılamadığı görülmektedir. Burada gerçek sorumlu kimdir? Bu sorunu biraz daha geniş düşündüğümüzde ciddi anlamda burada birilerinin sorumluluk alması gerekmez mi? Böyle bir durumda bilinçli bir aileden sınıf ortamına gelen bir öğrencinin öğretmen tarafından farklı yöntem teknik veya stratejiyle eğitilmesi öğretilmesi mi daha kolaydır yoksa diğer durumdaki öğrencinin yetiştirilmesi mi? Yoksa üçüncü bağımsız değişken okul ve aileden bağımsız düşünebilir mi ?Elbette sosyal çevre, okul ve aileyi destekler nitelikte olmalıdır. Eğitim öğretimdeki bu sorunun kaynağını iyi tespit etmek buna bağlı olarak okul aile ve sosyal çevre üçgeninin organize edilerek gerekli tedbirler alınmalı buna göre eğitim programları dizayn edilmeli ve eğitimdeki beklenen niteliğe kavuşma sağlanmalıdır. Burada ciddi noktalardan birisi belki de eğitim programlarının yeniden inşası ile işe başlamanın önemliliğidir. Özellikle öğrencilerin yetiştiği sosyal çevrenin kültürel değerlerini dikkate alan eğitim programlarının yazılması yerli ve milli, örf ve adetleri de barındıran kültürel mirasımızı aktaran içerikte programlar yazılması zorunluluğu..İçerik olarak öğrenciler programlarda kendi yaşantılarını bulamadıklarında o hedefleri benimsemeleri zor görünmektedir. Tabi burada söylenecek çok şey var ama onları ileriki yazılarımızda daha ayrıntılı ele alabiliriz örneğin büyükşehir, ilçe ve beldelerdeki okullar arasındaki farklılıkların ortadan kaldırılmasından başlamak gibi. Bu haftaki yazımı burada bitirirken gelecek yazılarımızda aşağıdaki soruları tartışacağız. Bunlar; Eğitim Sistemimizde merkeziyetçi bir yönetim anlayışı mı yoksa yerinden yönetim anlayışı mı olmalı? Eğitim Politikalarının sık sık değişme sorunu ve buna dair çözüm önerileri neler olabilir. Eğitim reformlarının aşağıdan mı yoksa yukarıdan mı yapılması gerektiği. Eğitim Yöneticilerinin yetiştirilmesi ve atanması sorunu. Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde mevcut verilerin kullanılarak yaşanan sorunlara çözüm önerilerinde kullanılabilmesi için daha zengin bir veri tabanı oluşturulabilmesi. Özel okullarda örgenim gören örgencilerle devlet okullarında örgenim gören örgenciler arasındaki uçurumun nasıl ortadan kaldırılabileceği… Gelecek yazılarımızda görüşmek üzere selam ve sevgilerimle…  Akdeniz Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü Eğitim Yönetimi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi  Doç.Dr. Süleyman KARATA