Seçime ramak kalan şu günlerde akla ziyan açıklama ve paylaşımlar görüyoruz. Kendi görüşünü bayraklaştıranlar dini, tarihi, milli manevi argümanları, amaçları uğruna hoyratça kullanmaktan vazgeçmiyorlar. Bu tür saçmalıklardan gözüme çarpan biri şu oldu: “16 Nisan’da Allah’ın adaleti gerçekleşecek.”Oysa Allah’ın adaleti çoğunlukta değil, hakikattedir. Başkanlık, parlamento, padişahlık veya krallık fark etmez; Allah’ın yasalarını başlangıç noktası olarak kabul etmeyen hiçbir yönetim şeklinde, Allah’ın adaletinden bahsetmek mümkün değildir. Bir seçim neticesinde ortaya çıkacak tabloyu adalet olarak nitelemek, bu kavramın bütün mantığını en başından heba etmektir. Bu yargıda bulunan kişinin, seçim sonucu istediği şekilde çıkmadığında, Allah’ın adaletini(!) sorgulayacağını tahmin etmek güç değildir. En azından “Bu millet adam olmaz!” şeklinde bir düşünceye sahip olacağı, önceki tecrübelerle sabittir.
           İşin gerçeği –sonucu ne olursa olsun- bu seçimin gerçek anlamda bir sistem değişikliği ortaya çıkarmayacağıdır. Temel dinamiklerinde ve değerlerinde hiçbir değişiklik yapılmıyorsa, sistemin vücut bulmasına olanak sağlayan unsurlar, yasalar aynen korunuyorsa, sistemin değişeceğinden nasıl dem vurulabilir?
    Modern siyasetin illüzyonlarından biri, halka dilediğini seçme özgürlüğünü verdiği yanılsamasıdır. Oysa halka yaptırılan, seçilmiş kişilerden ya da ortaya koyulan siyasi görüşlerden birini tercih etmesidir. Örneğin, önümüzde seçimde başkanlığı onaylayıp onaylamadığımızı bildirmemiz istenmektedir. Gerçek anlamda ne istediğimiz modern siyasetin ve politikacıların umurunda değildir.
    Şahsen, Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç gibi bir kralı, büyük sultan Selahaddin Eyyubi gibi bir sultanı hiçbir parlamentoya değişmem. Adaletin, hakkaniyetin ve liyakatin yönetim şeklinden çok daha elzem olduğuna inanıyorum.   Sözgelimi “Ben Allah’ın Kitabını esas alan yönetim istiyorum. Bu amaçla bir parti kuracağım, halk teveccüh ederse ülkeyi ilahi yasalar doğrultusunda yöneteceğim.” derseniz, bütün o demokratlar, laikler, muhafazakârlar tepenize çullanır. Ne parti kurdururlar, ne seçime sokarlar. Bireysel özgürlük, seçme, seçilme, tercih hakkı, din vicdan hürriyeti vs. diye bahsettikleri her şey buhar olur. Ancak sistemin temel değerlerini benimseyen bir parti kurabilir, bu partilerde siyaset yapan adaylardan birini seçebilirsiniz.
     Mekkeli müşriklerin dediği gibi “Gel başkanımız ol, dilediğini yap! Ama bizim ticaretimize, yaşam biçimimize, tanrılarımıza; kısacası sistemimize dokunma derler. Şark kurnazlığı yaparak “Hele ben iktidarı bir elde edeyim, ondan sonra yavaş yavaş sistemi değiştiririm!” dediğiniz anda hapı yutmuşsunuz demektir. Çünkü kısa bir süre sonra o sistemin değişmez bir parçası olursunuz. Adam etmeye, izan vermeye çalıştığınız devlet artık sizden ibarettir. Devlet ve ona ait her şey kutsallaşmıştır! Dönüştürmeyi amaçladığınız sistem, çok geçmeden sizi kendisine dönüştürmüştür. Mekke’nin başkanlığını kabul etmişseniz, bırakın sistemlerini oluşturan unsurları değiştirmeyi, tartıştırmazlar bile.
    Hatırlayalım: 15 yıldır iktidarda olan bir partinin meclis başkanı “Artık laiklik tartışılmalı!” dediğinde, ona en çok tepkiyi kendi partilileri göstermişti. Meclis başkanını bunak, birilerinin adamı, ağzının söylediğini kulağının duymadığı zat ilan edivermişlerdi. Bir zamanlar put addettikleri kabirlerin başında saygı duruşunda durmak, anı defterine, mezarda yatan şahıs duyuyormuş gibi sözler yazmak liderleri için çoktan sıradan hâle gelmiştir. Lakin daha zamanı vardır, sırası değildir, bu işler aceleye gelmez, kurumların başına dindar insanlar geçmiştir, daha ne istiyoruzdur, vs.dir, vs.dir…
    Modern siyasetin hokkabazlıklarından biri, seçimi en önemli şey hâline getirmektir. Gerginliklerle, kutuplaşmalarla, sataşmalarla, bak biz gelmezsek öcüleriyle sizi, kendi taraflarında saf tutmak zorunda bırakırlar. Ben bu yaşıma kadar “çok önemli olmayan” bir seçim görmedim! Hayati meseledir(!)
    Böylece bireysel tercihinizin ve inandığınız değerlerin, bu çok önemli seçim karşısında önemsiz kaldığını hissettirmeye çalışırlar. En azından, şu hassas dönemde sizin istekleriniz bir süre daha ertelenmek zorundadır. Kullanmadığınız her oyun, rakibe verilen destek olduğu iddiasıyla sizi suçluluk duygusu yaşamaya iterler. “Bu seferlik… Şimdilik…” demenizi sağlarlar. Artık arkası gelir.Bir kez birileriyle siyasi hasım pozisyonuna girdiğinizde, kendinizi hep haklı, doğru konumuna sabitlemek durumunda kalırsınız. Artık sonu gelmeyen bir cenderenin içinde, başlangıçtaki taleplerinizin çok uzağındasınızdır. Ya da bulunduğunuz yeri hakikat olarak niteleyerek kendinizi kandırma, avutma yolunu seçersiniz.   
Son raddede seçimi hiç kazanma umudu olmayan partiler bile sizi sandığa çağırır. Çünkü sistemin işleyişi ve o sistemin içindeki varoluşları buna bağlıdır. Oy kullanmak, kutsal bir ritüeli yerine getirmek kadar yüceltilir. Sandıktan kaçmak, görevden kaçmaktır!  Hülasa; sistemi değiştirmek, hakkı ortaya koymak Muhammed Peygamber’in yoldaşı olarak işkenceyi, ambargoyu, hicreti göze alan bir avuç sahabe gibi; İsa Peygamber’e inanmış 12 havari gibi; onurlu, erdemli, imanlı, fedakâr insanların işidir. Bizim gibi sistemin kaymağından nemalanma heveslilerine, ömür boyu, o sistemin pisliklerinde bocalamaktan başka bir şey düşmez.