Milletimizin kolay kolay değişmeyen bazı genetik ve çok kolay değişen ve gelişen kültürel özellikleri bulunmakta. Çağdaş büyük filozofumuz Alev Alatlı “Türk toplumu dişil bir toplumdur” derken Ortaasya’dan günümüze miras kalan bir hususiyetimize dikkat çekiyordu. Zira Türk aile yapısı tarih boyu anne ile babanın eş karar aldığı ve fakat sözcü olarak dışa dönük temsilciliğini babanın üstlendiği bir ara modeldir (pederî). Anne egemen (maderşahî) yada baba egemen (pederşahî) değildir.rn rnKadına yönelik şiddet ve cinsel istismarla, kadını pasifize eden erkek egemen sosyal teşkilatlanmalarla hatta Kur’an ayetlerinin – başta Elmalılı gibi – erkek mantığıyla çevirme idrakinde olanlarla bile mücadele yanlısı biri olarak bu dengesizliğin tam tersine çevrilerek yeni bir dengesizliğe kapı aralanmasına da karşı çıkarım.rn rnNikâhta kocanın ayağına basmaktan başlayan ve “karına itaat et, rahat et!” nihaî yargısına yaslanan bir evlilikten ne hayır umulur? Birinin kesin üstünlüğü söz konusuysa neden evlenenlere “eşler” diyoruz? Eş başkan konumunda olanların yek diğerine biatı veya itaati mevzu bahis olabilir mi?rn rnEvet, kadınlarımıza çok çektirdik ve halen de bazı bölgelerde çektirmeye alışkanlık olarak devam ediyoruz. Lâkin bu günahın tövbesi eşlerden birine biblo muamelesi yapmak değildir. Eşleşmek aynı zamanda yeni bir yuvada kültürleri eşitlemektir. Bu noktada bilhassa çocuklar üzerinden sergilenecek taşıma suyla üstünlük kurma yarışı o kutsal ocağı yavaş yavaş kemirir. Kadına verilen toplumsal avans erkeğin fizikî güç ve itibarî nüfuz insiyakıyla çarpışır. Herkesin üstünlük kurmaya çalıştığı bu yapı zamanla sevgisiz Ortadoğu gibi olur. (Bkz. TV haber bültenleri)rn rnİşin rengini biraz daha açalım: Bir şehirdeki en iyi okulu günvari toplantılarda çalışan – çalışmayan ev hanımları belirler. Sonra da kocaya dayatılır. En iyi okulun en iyi öğretmenini de okulun müdürü, öğretmeni, sendikacısı bilemez; 50 liralık gün’ün MGK kararlarında belirlenecektir. Buna piyasa koşulları yada liberalizm de diyebilirsiniz.rn rnAslında tedavi edilmesi gerekli bir hastalık olan tüketim dev sermaye bloklarına sahip şirketlerce anbean dayatılır. Ve daha çok kadınlar ve çocuklar üzerinden taraftar kitlesi edinir. Artık AVM’lerde onlarca masa arasında yüzlerce kişiye baka baka tıkınmak; yine o yüzlere göstermek için almak, tutmak ve başka binlere paylaşmak gibi kutsal bir kelimeyi kullanarak ego tatminlerinde bulunmaya utanmadan saadet seansları diyeceğiz.rn rnÇeyrek yüzyıl önce tatil, parayı harcamaya yer bulamayanların yaptığı, bayram – cemiyet gibi toplumsal birliktelikleri gözetmeden yapılanların da ayıplandığı bir toplumduk. Kredi çekip kurban kesmek gibi asgarî ücretle çalışıp senede illâ 15 gün / 1 ay tatile gidip de 11 ayı bankalara rehin yaşayan insanlar şimdilerde mutluluk emojileri sunmayı da ihmal etmiyorlar.rn rnÇok yoğunluk ve yorgunluktan tatili hak ettiğini düşünüyorsan telefonunu, bilgisayarını kapa git; kafanı boşalt. Yok Bodrum’dan konum at, Marmaris’te bilmem nerde kahve pozu ver, Antalya’da denize şiir döşe. Yada daha düşük profille mangalı ve katılımcıları selfile, sevdiklerini sözcüklere dizerek sev. Sırf Baba’nın biri “Adını sen koy” dediği için “bunun adı Kapitalizmdir” diyorum.rn rnBenim ihtiyaçlarımı kapitalizm benden iyi nasıl biliyor ve belirliyor? Niye ‘çocuğum harcanmasın’ diye o en iyi (!) okula, alışverişte o meşhur markalara, çok satanlara – çok konuşulanlara mahkûm olacakmışım. Aslında şikâyet ettiğimiz bu düzen bizim ruhumuzu bu çocuk oyunlarıyla cendereye sokuyor. Yani her halükârda abdestli yada abdestiz kapitalizmin dolap beygiri pozisyonunda geziniyoruz.rn rnSon kertede bir başka tartışma alanı açarak huzurdan ayrılayım: Fıtrat itibarıyla kadınlar daha muhafazakâr, erkekler ise daha devrimcidir. Kapitalizm en çok kadınların anasını ağlatır. Bayanlar; ya erkeklere bir yol verin yada gelin hep beraber el birliğiyle dünyayı değiştirelim. Bu gidiş hayra alâmet değil.rn rnMutluluk ihtiyaçlar azalınca çoğalır.