Olağanüstü bir süreçten geçiyoruz. Tüm dünya ile birlikte sadece tek bir gündeme kilitlenmiş durumdayız. İnsanlık ailesinin tecrübe etmediği bir etki sahasına sahip olan bir virüs bütün dünyayı evine hapsetti. Ülkemizde ve dünyada ciddi tedbirlerin alınmasına yol açan virüs krizinde, birkaç ay öncesine kadar aklımızın ucundan geçmeyecek boyutta, hakların ve özgürlüklerin kısıtlandığı gelişmelere şahitlik ediyoruz. Karşı karşıya olunan tehdidin şakaya gelir yok. Salgının erken yayıldığı ülkelerde ölüm oranları günlük binli sayılara ulaştı. Sayısız ülke sokağa çıkma yasağı uyguluyor, dünyada ve ülkemizde hayat büyük oranda durmuş durumda. Bazı ülkeler tedbirleri sıkı uygulayabilmek adına parlamentoyu fes ederek fiili diktatörlüğe geçerken, birçok batı ülkesinde asker şehre inmiş durumda. Testi pozitif çıkan pek çok devlet başkanının karantinaya alındığı süreçte herkes yaşamından endişe ediyor.

 

Küresel düzeyde alından önlemlerin benzerleri ülkemizde de alınmakta ve nüfus yüzde 95 oranında eve kapanmış durumda. Okullar, camiler, AVMler, restoranlar kapandı, tüm spor, kültür ve sanat faaliyetleri askıya alındı, yurt dışı uçuşlar tamamen sona erdirildi, şehirlerarası ulaşım valilik iznine bağlandı. Kamuda ve özel sektörde minimum personelle esnek çalışma sistemine geçildi. Dolayısıyla ekonomik hayatın da durduğu bir ortamda milyonlarca insan iş yerleri tarafından ücretsiz izinle evine gönderildi veya çalıştığı iş yeri kapandığı için işsiz kaldı.

 

Devletin virüs krizi nedeniyle açıkladığı ekonomik paket beklentilerin çok altında kaldı. Devlet bu szor zamanda birçok çalışanı da mağdur etti. Bunların başında da öğretmen açığını kapatmak için ucuz iş gücü olarak kullandığı ücretli öğretmenler geliyor.

 

Özgür Eğitim-Sen olarak okulların tatil olduğu ilk günden itibaren hiçbir hakkı gözetilmeksizin kapıya konan meslektaşlarımızın hakları için MEBe çağrıda bulunduk. Fakat Bakan Ziya Selçuk, mevcut mevzuatı gerekçe göstererek ücretli öğretmenin hakkını aramayacağını, 83 bin öğretmenin mağduriyetine gözlerini kapatacağını ilan etti. Bu durumda Özgür Eğitim-Sen olarak MEBe ilkesel bir çağrıda bulunduk:

Madem 83 bin meslektaşımızı sahipsiz bırakarak açlığa terk ediyorsunuz, kadrolu öğretmenlere, derslere girmemesine rağmen, ödeyeceğiniz ek ders ücretini ödemeyin, o parayla ücretli öğretmenlerin ücretini ödeyin. Zira yasal hakkımız olmasına rağmen böylesi zorlu bir dönemde emek vermeden alacağımız bu ücreti istemiyoruz. Bu çağrımız Bakanlık nezdinde hiçbir şekilde makes bulmazken MEB Personel Genel Müdürlüğü yayınladığı bir yazıyla öğretmenlere sadece üzerlerinde bulunan ders sayısı kadar ek ders verileceğini, bunun dışındaki tüm ödemelerin 1 Eylüle kadar durdurulduğunu ilan etti. İlgili yazıda durdurulduğu açıklanan faaliyetler şunlardı: Destekleme ve yetiştirme kursları,- ilkokullarda yetiştirme programları,- evde eğitim hizmetleri,- destek eğitim odası uygulamaları,- öğrenci sosyal ve kişilik hizmetleri,- planlama ve bakım-onarım görevi,- işletmelerde meslek eğitimi,- belleticilik görevi,- ders dışı eğitim çalışmaları,- hizmet içi eğitim,- kurul ve komisyon üyeliği ve benzeri eğitim faaliyetleri ile tam gün tam yıl eğitim, ikili öğretim uygulamaları.

 

Dolayısıyla MEB belirtilen faaliyetler iptal edildiği için, 1 Eylül 2020 tarihine kadar, bu etkinliklere dayalı ek ders ödemeleri yapılmayacağını ilan etti.

 

Haftalardır ücretli öğretmenlerin hakları için Twitter üzerinden attığı ürkek bir mesaj dışında kılını kıpırdatmayan yetkili sendikanın başkanı bu duruma tepki göstermekte gecikmedi ve Bu yanlıştan derhal dönülmelidir” çıkışıyla ufakçı anlayışını bir kez daha göstermiş oldu.

 

Oysa Özgür Eğitim-Sen diyor ki;

 

Zor zamanlardan geçiyoruz. Aynı zamanda bugünler, küresel boyutta insanlık imtihanından geçtiğimiz günler. İlkeli tutumunuzla, erdemli duruşunuzla farkınızı ortaya da koyabilirsiniz; bencilliğin, çıkarcılığın fırsatçılığın dibini de bulabilirsiniz.

 

Olağanüstü koşullar yaşanırken normal zamanlarda verilen reflekslerle hareket edemezsiniz. Herkesi ilgilendiren kamusal sorunlar yaşanırken bireysel faydacılık esasıyla değil kuşatıcı bir sorumluluk duygusuyla hareket edilmesi gerekir. Yukarıda betimlediğimiz şartların yaşandığı bir ortamda öncelenmesi gerekenler dezavantajlı kesimlerdir. Bu şartlarda öncelik daima ihtiyaç sahiplerinindir. Evine ekmek götüremeyenindir, dezavantajlı çalışma koşullarında 3-5 kuruş kazanmaya çalışan çalışanlarındır. Ücretsiz şekilde işinden atılan, günlük kazandığı için evine ekmek götüremeyecek durumda olan milyonlarca insan yardım ve desteğe muhtaç iken kamu çalışanlarının özlük haklarındaki tali bir takım hak kayıplarının peşine düşerek ortalığı yangın yerine çevirmek vicdani de değildir, ahlaki de değildir. İnsani hiç değildir.

 

Rutin dışı bir dönemdeyiz. Hükümet her şeyin normal olduğu şartlarda böyle bir kesintiyi yaptığında yeri göğü inletip çalışanın hakkını arıyoruz. Ancak sendikacılık her şart ve ortamda özlük hakkı takipçiliği yapmak değildir. Gerektiğinde hakkından diğergamlık yapmayı, paylaşmayı, dayanışmayı, feragat etmeyi, öncelik sıranı değiştirmeyi gerektirir. Yaşadıklarımız oyun ve eğlence değil, ciddi bir süreçten geçiyoruz. Bu noktada bilhassa tüzel kişiliklere sorumluluk almak, mağdur, mazlum ve muhtaç insanların ihtiyaç ve taleplerini öncelemek, onların imdat çığlıklarına cevap üretmek düşer. Ahlaki ve vicdani sorumluluk bunu gerektirir.

 

Özgür Eğitim-Sen Yönetim Kurulu