İşçi Maaşı Alabilmek için Doktora Yapmanın Yetmediği Günlere

Ülkede fiyatı üç-dört kat artmayan hiçbir şey kalmadı. Kamuoyunda güvenilirliği tartışılan TÜİK’in açıkladığı rakamlar dahi içler acısı. Asgari ücretli, emekli, kamu çalışanı, esnaf, işçi, çiftçi TÜİK’e göre bile açlık-yoksulluk sınırının altında.

Abone Ol

Maaşlar, enflasyon ve zamlar karşısında çöp oldu. Tek maaşla mesleğinin ilk yıllarında ev araba alabilen öğretmenler, çift maaş ile ev kirasını ve faturaları ödeyemez hale geldi. Ev sahibi olmak lüks iken kirada oturmak lüks oldu. En basit bir araç almak dahi hayal oldu.

Elektrik, doğalgaz faturaları, ev kiralarıyla eş değer hale geldi. Otobüs-uçak biletleri fırladı.

İstanbul-İzmir, Antalya vb. büyük şehirlerde turistler hariç ülke insanının yaşaması imkansızlaştı. Herhangi bir ülkenin vatandaşı, ülkemizin cennet sayılabilecek en güzel muhitinde kolaylıkla yaşam kurabilirken, kendi vatandaşlarımız için ortalama bir Anadolu şehrinde asgari şartlarda yaşamak dahi zorlaştı.

Düzensiz göçler hasebiyle demografik yapısı değişen şehirler ciddi sorunlara gebe.

Kimse durumun ciddiyetinde değil ama Maslow primadinin en alt basamaklarından olan barınma ihtiyacının karşılanamadığı bir evreye gelindi. Halihazır da bir barınma kaosu mevcut. Bazı tatil yörelerinde yabancılara daha fazlaya kiralamak için Türklere ev bile verilmiyor.

Mülteciler ucuz iş gücü olarak görüldüğü için işsiz ordusu artıyor.

30-40 yıllık çalışma neticesinde, tatil beldelerinde eşiyle huzurlu bir yaşamın tadını çıkarması gereken emekliler, ucuzluk sıralarında hayata tutunmaya çalışıyor.

Bırakın yılda bir iki gün tatili, ortalama bir restoranda yemek yemek dahi lüks hale geldi.

Kendi vatandaşına ateş pahası olan ülkemiz, yabancılar için ucuzluk cenneti. Tatil beldelerinde Türk görmek neredeyse imkansız. Sıradan bir otel tatilini geçtik çadır tatili bile lüks oldu. Dünyanın öbür ucundan gelen yabancılar, ortalama bir bütçe ile ülkemize aylarca tatil yapabilirken; kendi vatandaşımız dibindeki denizinde bile tatil yapma imkanından yoksun.

Eğitim öğretimle ömrünü heba edenler sessiz, kırgın ve kızgın. Memurlar arasında “Öğretmenler” en az gelir düzeyine sahip kesim haline getirildi. Onca emek, onca zaman hiç edildi. Okumuş, eğitimli, kültürlü, kendini yetiştirmiş kesim “boşuna okudunuz/okuyup da ne yapacaksın” sözleriyle mahalle kahvelerine meze edildi.

Önce liseler, sonra üniversiteler en sonunda da eğitimin en üst derecesi olan Lisansüstü Eğitim değersizleştirildi.

Binlerce sayfa literatür taraması, yüzlerce kitap, bitmeyen geceler…

Çok özel emek ve sabır isteyen eğitimin en üst derecesi olan Master ve Doktora yapmak da değersizleşti.

Öyle ki işçi maaşı alabilmek için “Doktora” yapmak da yetmiyor artık. 

Güzel, refah bir yaşam sürmek için gecesini gündüzüne katıp maddi manevi ter döken öğretmenler, bir hiç olan maaşları ile “öğrenci” hayatı yaşar oldu.

Bu hususta en büyük sorumlu; hiç olmuş alım gücü karşısında ağzını doldura doldura zam isteyemeyen, istediği zam miktarını bile ifade etmekten çekinen sendikamsı yapılanmalar ve bu yapılara üye olup güç veren suspus olmuş öğretmenlerdir.

Öğretmenler artık bu sessizliğe son verip yüksek sesle taleplerini dile getirmelidir.

Asgari ücretin en az 3 katı, yoksulluk sınırının üstünde maaş. 

Ek derslere %100 zam. 

1 maaş tutarında eğitim-öğretim ödeneği. 

Öğretmenler Gününde 1 maaş ikramiye. Lisansüstü eğitim tamamlayanlara doğrudan, tamamlamayanlara (sınavsız) hizmet yılı esaslı ünvanları ve mali hakları verilmelidir.

Eğitim-öğretimle madden/manen yıllarını heba etmiş bir eğitimcinin açlık/yoksulluk sınırının altında maaş almasının hiçbir gerekçesi olamaz. Öğretmenlerin mali refahı, itibarı vakit kaybetmeksizin iyileştirilmelidir.

Mutsuz öğretmenlerden mutlu bir tablo beklemeyin…

{ "vars": { "account": "G-KW05LWMTBL" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }