Gündelik yaşamın cazibesi dört bir yanımızı kuşatmışken ideal yaşam formunu arıyorsak ondan beklentilerimiz çok yüksek olmalı. Bize, gündelik yaşamın veremediklerini vaadetmeli en azından. Peki, binlerce yıldır insanlık neden yaşamını bir ideal forma göre düzenleme ihtiyacı duydu?Gündelik yaşam, son yarım asırda kolay sarsılmaz bir iktidar kazandı. Yüce ve kutsal ne varsa hepsini kendi içinde eritti. Fakat hayatımızdaki bazı periyodik anlarda gündelik yaşam tam bir çıkmaza sürükleniyor. Yukarıdaki soru, tam da bu anlarda kendini gösteriyor.Onunla ben de siz de çok kere karşılaştık. Kararsız kaldığımız, vicdan azabı çektiğimiz, cezalandırıldığımız, mutsuz veya tedirgin olduğumuz anlarda oldu bu. Nerde yanlış yaptığınızı, nasıl doğru yapacağınızı, nasıl iyi bir yaşam süreceğimizi hepimiz merak ediyoruz. Fakat cevabı, tıpkı benim aşağıda yaptığım gibi, sadece sizin bulmanız gerekiyor. Ben sadece burada birkaç ip ucu verebilirim.Nasıl yaşamalıyım?Son birkaç yıldır “Nasıl yaşamalıyım?” sorusuna kafa yoruyorum. 20’li yaşlarda edindiğimiz dünya görüşünün 40’lı yaşlarda bize yetmemesi normaldir; insanın kendini yaşamını sorgulaması engellenemez. Sokrates bir özdeyişle ifade etmişti bunu: “Sorgulanmamış hayat, yaşamaya değmez!”Cevap ararken eskilerin düşünce tarihinde yer edinmiş görüşleriyle karşılaştım; onların birer yaşam formu olma potansiyellerini sorguladım.  Bu çok yönlü sorgulamaya eşlik eden arkaik kaygıyı da söylemeliyim: Doğru yol üzerine miyim?Bu kaygılı soru gerçekten arkaik çünkü hem eskiler kendi yaşamlarını gözden geçirmek ve yaşamlarına rehberlik etmek için ona başvurmuşlar hem de ben, ta bilinçli başlangıcımdan beri bu soruyla kritik dönemlerde çok kez cebelleştim. Hiçbir zaman onu çözemedim fakat her seferinde aştım.Düşünce tarihinde bulduğum cevapları sınıflandırdığımda, tuhaf biçimde az sayıda “ideal yaşam formu” geliştirildiğini gördüm; bir elin parmaklarını geçmez. İdeal yaşam formları 6 temel kategoride, doğum ve ölüm arasındaki hatta doğumdan önce ve ölümden sonraki her şeye dair açık seçik anlamlar, ilkeler ve yönergeler içerir: Törenler: Kutlama, şölen, anma, merasim veya yas törenlerindeki ritüelleri, örneğin çocuğa ad koymaktan ölünün ardından yas tutmaya kadar geniş bir ritüel alanını kapsar. İlişkiler: Aile ve iş ilişkilerinden kadın-erkek, dotluk-düşmanlık, akrabalık-yabancılık ilişkilerine kadar geniş bir ilişkiler alanı… Anlar: Doğum ve ölümden gençlik ve yaşlılığa, evlilik ve boşanmadan zafer ve hüsrana kadar bir dizi önemli anlar skalası... Psiko-sosyal durumlar: Sevinç ve üzüntüden savaş ve barışa, yoksulluk ve zenginlikten esaret ve özgürlüğe kadar tüm kişisel ve toplumsal duygu ve durumlar… : Cimrilikten cömertliğe, kıskançlıktan özgeciliğe, bağışlamaktan cezalandırmaya, açıklıktan mahremiyete, cesaretlenmekten yıldırmaya, ümitlendirmekten korkutmaya kadar geniş bir tutum alanı… Uzay ve zaman: İlk varoluştan nihayi varoluş kıpısına kadar, alfa ve omegaya, başlangıç ve sonra, önce ve sonraya, şimdi ve burada’dan sonra ve orada’ya kadar tüm varlık kipleri…İdeal yaşam formları bütüncül reçetelerdir, her türlü soruya yanıt içerirler. Bir tane de ben önereceğim bugün burada. İşte bize sunulan ana yollar:  1) Dindar yaşam formu: Gündelik yaşamı ve ömrü, dinî emir ve telkinlere göre düzenler. Temel dinî kategoriler şunlar: Hayır ve şer, sevap ve günah… Tanrının emir ve telkinleri hayır ve sevap, nehiyleri ise şer ve günahtır. İnsan kıymeti harbiyeden yoksun geçici dünyada, nefsindeki şeytana karşı, kalbindeki iman ve melekutiyetle darü’l beka için mücadele eder. Din, metafizik kaynağı nedeniyle çok kişiyi etkiler. Bugün her on kişiden sekizi kendini bir dine müntesip olarak tanımlıyor. Bazı düşünürler için dindarlık bir erdemdir.  2) Ahlaki yaşam formu: Etik yaşam da denir ahlaklı birinin sürdüğü yaşama. Temel etik kategoriler şunlar: İyi ve kötü, doğru ve yanlış. Vicdanın ve aklın burukları iyi, yasakları kötüdür. İnsanlığın vicdanında neyin iyi, neyin kötü olduğu yazılıdır. İyiyi isteme, kötü öteleme iradesi göstermek, insanı ahlaki olgunluğa eriştirir. Kemâl ancak iyi işleri yapa yapa, kötü işlerden kaça kaça mümkün olur. Aleyhimizde bile olsa iyi olanı tercih etmek, ahlaki erdemin zirvesidir. Temel varsayımı şudur: Hepimizin önünde seçenekler vardır ve bizler seçim yapabilecek bir özgür iradeye sahibiz.3) Çileci yaşam formu: Dünya ve içindekilerin terki düşüncesine dayanır. Mistikler, mutasavvuflar veya budistler bu çileci-zahidâne yaşam formunu temsil ettiler, ediyorlar. Temel çileci kategoriler şunlar: Terk, sabır, riyazat, oruç, derin düşünme (tefekkür)... Benlikten kurtulma, nefis terbiyesi, bedensel ve ruhsal istek ve ihtiyaçlardan özgürleşme çabası çileciyi, tüm bağlarından özgürleştirir. Kötülüklerin kaynağı da erdeme ulaşmanın önündeki engel de dünyeviliktir yani bedensel zevkler ve ihtiyaçlardır. Ana fikir, dünyayı hem kalben hem de fiilen terk etmektir; yetinmek ve mümkünse hep daha azıyla yetinmektir.4) Başarı yaşam formu: Başarı, tek başına bir fenomendir; başka işlerin bir parçası olarak görülmeyecek denli yücedir. Bir konuda başarılı olan insanlar, istek ve amaçlarını gerçekleştirmiş olmanın haklı gururunu tadabilirler. İnsanın insani varoluşunu gerçekleştirebilmesi, içindeki potansiyelini başarıyla fiiliyata geçirmesine yani edimselleştirmesine bağlıdır.  5) Vasat yaşam formu: Orta yol da denir buna göre her şeyin ortası iyidir. Gözükaralık ve kokaklığın ortasında cesaret, cimrilikle eli açıklık arasında cömertlik, yoksulluk ile zenginliğin arasında kendi kendine yetme vardır. Erdem iki aşırı uçtan uzakta duran bir tutumda gizlidir. Her şeyden biraz tatmalı ama aşırıya gitmemeli insan. İfrat ve tefrit değil, orta yol fıtrattır.Hangisini tercih etmeliyim?Bu soru ciddi ve tehlikeli. Tüm ideal yaşam formlarını, kabul edilebilirlik üzerinden tartışmaya açıyor.Dindar yaşam formu üzerine düşünmediğim bir dönem hiç olmadı. Dinî tartışmaların her yaşta tanıdığı oldum. Dindarları gözlemleme, dindarlığı deneyimleme fırsatım hep oldu. Dindarlık, ödül ve ceza tesisi yüzünden ahlaki yaşamı garanti etmez. Yunus Emre’nin dindarlığı hakikate ermek için nasıl terk ettiğini okumuştum.   Çilecilik üzerine gençlik çağlarımda sıkça düşünmüştüm. Sonraki zamanlarda ise cazibesini farklı görünümler altında hep korudu. Dünyadan el etek çekme biçiminde olmasa da eşlenik iki acıdan birini tercih etme biçiminde halen etkisini sürdürüyor. Esasında ben gerçek bir çileci ile hiç karşılaşmadım. Tanıdığım hiçbir dindar ve din adamı çileci değildi örneğin. Fakat annemin sabır konusundaki tutum ve telkinlerinin ruhumdaki izleri çok da karanlık bölgelerde değildir zannediyorum. Düşünce tarihinde, hazcılığı (hedonizm) sistemleştiren Epiküros’un ve Diogenes’in azla yetinme gayretlerini çok kere okudum. Sanırım onlar da Çin ve Hindistandaki Buda, Sidharta ve Konfüçyüs gibi çilecilerden etkilenmişlerdi. Bununla birlikte dinginliği kim arzulamaz ki! Kim, ölmezden evvel tüm çelişkilerinden ve ayrımlarından kurtulmak istemez!Etik yaşam formu, çok etkileyici gerçekten. Önerdiği çıkarsızlığın kusursuz etkisinden kurtulmak imkânsız neredeyse. İnsan olmayı, ahlaklı biri olmayla özdeşleştiren güçlü ve her zaman popüler kalan bir yanı var. İyilik olgusunu neredeyse tek başına temsil ediyor. Benim için etik yaşam bir ideal oldu her zaman fakat asla başaramadığım, başardığımdan hiçbir zaman emin olamadığım hatta emin olamayacağımı sezdiğim bir yaşam formu. En çok da tümüyle dışında durduğumu sezdiğim zamanlarda, etik yaşamın gerekliliği ve işlevselliği çok fazla yordu zihnimi. Felsefi sorgulamalara dayanıksızdı bazı yönleri. Yine de onun kusursuzluğunu tutkuyla ummaktan ve aramaktan başka bir şey yapamazdım, yapamadım da.Başarı yaşam formuna gelince; bir akademisyen ve bilim insanının başarıyı arzulamaması elbette düşünülemez. Varoluşumuza ve kendimizi tanımaya, öz bilincimize ermeye yaptığı katkı onun albenisidir. Bununla birlikte başarıyı motive eden ödüllere karşı sempatim uzun sürmedi çoğu zaman. Ödüllendirmenin mekanik doğası yüzünden başarıyı ideal bir yaşam formu olarak kabul etmem çok zor!Son olarak orta yaşam formunun cazibesini içtenlikle kavramama rağmen onu kendimden doğal olarak uzak buldum. Benim gibi sınırlar ve geçiş noktalarıyla ilgilenen birine rehberlik etme kabiliyeti oldukça sınırlı. Diğer tümünü reddeden, kabul eder gibi görünüp dışlayan bir karakteri de var. Peki, Tercihimizi Neye Göre Yapacağız?Bu sorunun cevabı, tek bir koşulda çok basit: Yaşamın amacını biliyorsanız! Gerçekten biliyor musunuz peki, yaşamın amacı nedir? Bu soru, tüm tazeliği ve zorunluluğuyla önümüzde duruyor. Soruyu azıcık değiştirerek daha anlaşılır kılayım:İdeal forma uygun yaşadığımda varacağım en yüce nokta nedir? Bunu yaparsam ne olacak, beni neye ulaştıracak? Son durak nedir? Ölümsüzlüğe mi yoksa mutluluğa mı, dinginliğe mi yoksa hiçliğe mi? Hangisine?Yaşam formlarının bu soruya yanıtları kesinlikle farklıdır. Örneğin; dindar yaşamın amacı tanrının rızasına ermek, böylece cennette sonsuz yaşama kavuşmaktır.Ahlaki yaşamın amacı, mutluluktur. İnsan buna bildikleriyle amel etme yoluyla yani erdemle ulaşır.Başarılı yaşamın amacı, kişisel ideallerine ulaşmaktır. Başarı aynı zamanda para, şöhret veya statüyü de beraberinde getirir ki bu da insanın kendini gerçekleştirmesini sağlar.Orta yaşam formunun amacı, kişiye kesintisiz bir güvenlik ve huzur kazandırmaktır. Bu da iyi bir yaşam anlamına gelir. Çileci yaşamın amacı, dinginliktir. İkili karşıtlıkların aşılması veya terk edilmesiyle çelişki ve uzlaşmazlıkların perde arkasındaki evrensel akıştaki birliğine erme. Varlığın birliğinde kendi benliğini yok eden, hiçliğe erişen, aslında böylece sonsuzluğa katılan çileci ya bir zahid, mistik ya da bir Gotamadır.  “Sonraki-insan” bir yanıt olabilir mi?Şimdi kendime şunu soruyorum: Neyi arzuluyorum? Cenneti mi yoksa varlığın sonsuzluğuna katılmayı mı? Mutluluğu mu yoksa huzuru mu? Kendimi gerçekleştirmek, tarihsel bir özne olmak da bana cazip gelmiyor mu? Tarihsel kişiliklerden biri olmak da bir tercih.Sezgisi güçlü okurlarımdan bazıları, “İdeal bir yaşam sürmüş biri bunların hepsine birden sahip olmaz mı?” diye soracaktır. Sonuç mu? Henüz yaşamın da sorgalayan arayışın da sonuna gelmedik, değil mi? Yeni bir yaşam formunda, belki de dijital yaşam formunda, trans-hümanizm çağının post-human’ında, sonraki insanda bir yanıt bulunabilir. Bu yanıt muhtemelen şimdiki insanın zihnine ve imgelemine yabancı olacaktır.Doç. Dr. Şevki IşıklıTakip etmek için tıklayınız.https://twitter.com/sevki_isikli